17 Aralık 2009 Perşembe

İstanbul’a tren yolculuğu


İstanbul’a tren yolculuğu...



Soğuk bir mart akşamı,
Ankara garının bekleme salonu,
Yolcuları ve ayazda üşüyenleri ağırlıyor yine.


Sigara içilmesinin yasak olduğu bekleme salonunda,
Hiçbir zaman ne karşılayanı ne de yolculayanı olacak bir garip de var.

Gariplik zordur,
Belirsizliği beklemek de.

Zaman geçmek bilmez.
Üzerinde oturduğu tahta bank bile,
Bir süre sonra sırtında ağırlığa dönüşür.

Elleri üşürken, bacakları da uyuşur.
Sigarasından çıkan dumandan
İçini ısıtacak umuduyla bir nefes alması bile çare olmayacaktır.

Çaycı askı ile taşıdığı çayı satmaya uğraşırken,
O, cebindeki parayı nasıl kullanacağının hesabını yapmış bile.
Cebindeki son para ile yeni hayallere yelken açacak.

O’nu Ankara’dan İstanbul’a götürecek Anadolu Ekspresi’nin biletine,
Bavul ticaretinin yoğunluklu yapıldığı Laleli’deki üçüncü sınıf bir otele
Ve Eminönü’nde yiyeceği balık ekmeğe yetecek kadar parası kalmıştır cebinde...
Üstelik kalacağı oteldeki kadınlara fazladan ısmarlayacak bir çay parası bile yok.
Bildik adrese bile gitse, sadece bakmak ve iç geçirmekle yetinecek.
Ve belki de kazandığı ilk para ile kendisine burada çekeceği ziyafetin hayalini kuracak.
Boşuna umut fakirin ekmeği dememişler.


Gecenin karanlığını yırtan trenin o bildik uyarısıyla birlikte
Garibimiz de umuda yolculuğa çıktı.
Dışarıdaki soğuğa inat sıcak vagon, onu yeniden düşlerine daldırdı.


Başını cama dayadı ve gözlerini bu kez yumdu.
Hayalleri bu kez kabusa dönüşmüştü.
İrkildi, gözlerini açtı.
Bir an hala yaşadığına sevindi.
Sonra yeniden gözlerini yumdu.
Bu kez yorgunluk ağır bastı ve hemen uykuya daldı.


Çok sonra kendisini cehenneme atmaya çalışan zebaninin elinden
Son anda kurtulmanın sevinciyle uyandı.
Boynu ter içinde kalmıştı.


Camın arkasındaki karanlığa bakarak,
Nerede olduğunu anlamaya çalıştı bir an,
Uzakta belli belirsiz birkaç ışık gördü sadece.


Koltuğundan kalktı ve sessizce sigarasını tüttürebileceği
İki vagon arasındaki boşluğa gitti
Sigarasını yaktı, derin bir nefes çekti,
Tren karanlıkta rayların üzerinden akıp giderken,
O da sigarasının dumanını boşluğa üfledi.

Geçmişte kalan güzel günlerini anımsadı bir an.
Yüzüne hafif bir gülümseme yayıldı.
Yeniden sigarasından bir nefes aldı.
Bu kez gerçekte yaşadıkları için bile yalan dercesine başını iki yana salladı.

Her şeyin bu kadar kötüye gideceğini kendi bile düşünmemişti.
Eline geçen fırsatları “neden değerlendiremedim?” diye hayıflansa da
Yine de vazgeçti düşünmekten.
Şu anda somut olan tek gerçek bu andı ve içinde bulunduğu durum.


Umut yolculuğu,
Bu yüzden önemliydi onun için.
Bu kez başarmalı ve kötü günleri geride bırakmalıydı.
Bunu yapabilecek güce ve iradeye sahip olduğuna kendisini bir kez daha inandırdı.


Sigarasından son nefesi aldıktan sonra
Yeniden kendisini bekleyen sıcacık koltuğuna döndü.
Uyku ile uyanıklık arasında sabahı etti.


Sabahın ilk ışıklarıyla İstanbul Haydarpaşa’daydı.
Trenden inerken yeniden soğuğun sert yüzüyle karşılaştı.
Montunun önünü kapatırken, içini ısıtmak amacıyla bir sigara daha yaktı.


Garın merdivenlerinden inerken, Haydarpaşa’dan Karaköy’e giden vapurun,
Mavi sularda beyaz köpükler bırakarak sahilden ayrıldığını gördü.
Daha İstanbul’a ilk attığı adımda vapuru kaçırmıştı.
İşinin zor olduğunun ayırdındaydı.


“Ey İstanbul, artık ben de varım” dedi.


“Beni yok saymaya kalkışma.
Yaşamak Direnmektir.
Direnmek için buradayım”

28 Kasım 2009 Cumartesi

Bayram

Bayram,
Herkes için farklı anlam ifade eder.
Hasta yatağında yatan biri, kendisine ziyarete gelenlere iade-i ziyarette bulunmayı arzularken, asıl beklentisi aslında hastalığından kurtulmak ve yeniden sağlığa kavuşmaktır. İşte onun bayramı asıl o anda olacaktır...

Bayramı dört duvar arasında geçirenler için durum biraz daha farklıdır. Eğer açık görüş gerçekleştiyse, aslında masanın karşı tarafında olmayı arzu ederler. Görüşme süresi dolduğunda, kapıdan çıkıp gidebilecek, gökyüzünün maviliğini, güneşin insanın içini ısıtan göz kamaştırıcı ışıltısını, rüzgarın şefkatli okşamasını vücudunun her zerresinde duyumsayabilecek, özgürlüğün tadını doyasıya çıkarabilecek kişinin kendisi olmasını ister. Ve dışarıdakilerin aslında ellerindeki en büyük hazine olan özgürlüğün kıymetini bilmediklerinden yakınır. Tıpkı hastalandığında ancak sağlığının değerini anımsayanlar gibi...

Yaşlılar, "Bu bayramı da gördük, bir dahakini görür müyüz, bilmem?" derler ellerini öpmeye gelenlere. Bayramdan bayrama uğrayan yakınlarıyla adeta vedalaşırlar.

Kadınlar ve kızlar... Sendikasız, ev işçileri. Fazla mesai yok, kıymet bilen patron yok. Bayram öncesinden temizlikle başlayan, ütü, yemekler, tatlılar, sütlülerle devam eden ve bayram günü gelip çattığında bu kez de servis elemanı gibi konuklarla mutfak arasında mekik dokuyan, her gelen konuğa çay, kahve ikram eden, güler yüzlü kadınlar ve kızlar, size bu bayramda da dinlenme yok galiba...

Ailenin reisi(!) erkekler... Her zaman olduğu gibi, para kazanan, alışverişi yapan, bayram hazırlıklarının (kurban kestirmek gibi) bir bölümünü yaptıkları için çok iş yapmışçasına yorgun düştüklerini ima eden erkekler. Aslında bir an önce büyükleri ziyaret işini aradan çıkarıp, tatilin keyfini çıkarmayı arzularlar.

Bayramı en çok çocuklar sever... Elbette her coğrafyanın çocukları için duygular benzeş olsa bile bayramlar farklı geçer. Kimi sadece delikli lastik ayakkabısının yerine yenisi alındığı için bayramı çok sever, kimi ise 3-4 günlük bayramlaşma faslı sonunda bir asgari ücreti bulan hasılata sevinir.
Ama bayramlar, artık eski bayramlar değil...

"Benim balonlarım" parçasıyla belli bir yaşın üzerindekilerin hafızalarında yer edinen İbo'nun şarkısını her bayram dinlerim.

Benim balonlarım vardı
Onları kimler aldı
Mutlu bayramlar vardı
Kimbilir nerde kaldı

Dostumdu benim balonlar
Çocuklar beni anlar
O çocuklar ve o balonlar
O çocuk yüzlü bayramlar şimdi nerdeler

Hani nerde o ışıklar çocuksu sevgiler
Gitti mi yoksa yine gelir mi o günler
Nerde kaldı masallar sevgiler günler
Söylenen bütün masallara inanırdık

Onlar mı bizi kandırdı biz mi aldandık
Bayramları bekler bayramları yaşardık
Bayramlar mı eskidi bizler mi yaşlandık

İbo bunu söylediği yıllarda da eski bayramları özlüyordu, bugün biz de özlüyoruz, tıpkı bugünün çocuklarının da gelecekte özleyeceği gibi...

Bayramın heyecanı bizim için bayram alışverişinin yapılacağı günlerden başlardı.
Bayramlık olarak alınan elbise ve ayakkabıları yer yataklarındaki yastığımızın yanıbaşına koyardık. Sabaha kadar en az bir kaç kere uyanır ve yenilerimizin orada olup olmadığına bakardık. Böylece gerçekte miyiz, rüya mı görüyoruza yanıt arardık. Yerinde görünce içimiz içimize sığmaz, sevinçle, umutla ve gülümseyerek yeniden gözlerimizi yumardık.

Büyüklerin camiye gitmesiyle birlikte biz de kalkardık. Radyodan oyun havalarının sesi yükselirdi. Güneşin biraz yükselip insanlara gülümsediği anlarda, büyükler de camiden dönerdi. Büyüklerin camiden dönmesi ile ellerinde torbalarla bildik, bilmedik herkesin kapısını çalan çocuklar da belirirdi.

Belki Türkiye'nin her yerinde durum böyledir, ama Güneydoğu'da durum çok farklı. Bazen oğluma anlatırdım çocukluğumdaki bayramları, ama eminim bir türlü kafasında bunun nasıl olabileceğini canlandıramıyordu. Ama o, bir bayramı orada yaşadığımızda ne demek istediğimi anladı, çünkü tanıdık oldu, kendi yaşadı...

Kapı kapı dolaşan çocuklar için öğle saatlerinde bayram biter, o saate kadar toplanan paralarla ya bisiklete binilir ya da bayramda açık bir kaç dükkandan birinden oyuncak alınırdı. Arkasından yapılacak şey sinemaya gitmek olurdu... Bazen de denizkızlı, halka atmalı, dönme dolaplı gezici lunapark kurulurdu...

Bayramlar Türkiye'nin bazı yerlerinde hala böyle yaşanıyor, ama artık o günkü bayramlaşma sohbetlerindeki konulardan eser yok.

O zaman bayramın güzellikleri konuşuluyordu, şimdi bayramda bile akan kardeş kanı, ekonomik kriz, işten çıkarılanlan, kapatılan işyerleri, buna rağmen yabancılara peşkeş çekilen ülkenin kaynakları konuşuluyor...
Her gününüz bayram tadında geçsin...