9 Eylül 2010 Perşembe

FF Dostlarım



Değerli FF dostlarım,



Veda yazımdan sonra feede yazan dostlar, dm atanlar, sms çekenler ve telefonla arayanların neredeyse tamamı gitmememi ve “Veda”nın sadece kaleme alınmış bir yazı olarak kalmasını rica ettiler. Bu yazıdan sonra ilk kez sohbet ettiğimiz arkadaşlarım oldu, güzel dostlar da kazanmış oldum.


Veda aslında FF dostlarıma değildi.
Gitme nedenim kişiler de değildi…


FF’te bugüne kadar kimse beni üzmedi. Yanlış anlamalar oldu, ama konuşunca onların da sorun olmaması gerektiği konusunda uzlaşma sağlandı. Bu tür örnek sayısı da en fazla 2-3 tanedir gerçi.


Suçlanırken bile düşmanlarını seven, öldürülürken bile katillerini seven ustaları örnek aldık biz ve “Sana kötülük yapana bin defa yapsa bile yine iyilikle karşılılık ver” anlayışıyla büyütüldük. O nedenle her şeye biraz daha höşgörülü bakıyorum.


Ve diyorumki, keşke iletişimi, sadece konuşmak ya da yazmak olarak algılayarak, kendimizi en zayıf iletişim aracı sözcüklerin sınırlarına hapsetmesek.


Çünkü sözcükler, yanlış yorumlamaya, yanlış anlaşılmaya en açık olan iletişim aracıdır. Bu konuyla ilgili en güzel saptamalardan biri de 9 olasılıktır:


“Düşündüğünüz,
Söylemek istediğiniz,
Söylediğinizi sandığınız,
Söylediğiniz,
Karşınızdakinin duymak istediği,
Duyduğu,
Anlamak istediği,
Anladığını sandığı,
Anladığı...
arasında farklar vardır.
Dolayısıyla insanların birbirini yanlış anlaması için en az 9 olasılık vardır.”


Konuşurken ve yazarken galiba bu 9 olasılığı hep aklımızın bir kenarında tutmalıyız. Belki de empatiye başvurmalıyız.


Bize yapılmasını istemediğimiz bir şeyi başkasına bırakın yapmayı, öyle bir fikri dahi aklımızdan geçirmemeliyiz.


Ayrıca, ne burada ne de başka bir yerde hiç kimseyi değiştirmeye de kalkışmadım; çünkü kendi yaptıklarımı değiştirmenin, başkalarının yaptıklarını değiştirmekten çok daha kolay olduğunun ayırdındayım.


İnsanları yargılamaktan da özellikle kaçındım. Karşımdakinin “yanlışı” olarak gördüğüm şeyin geçmişte ya da gelecekte benim “doğru”m olabilme olasılığı da çok yüksek.


Hepimiz insanız, hatasız olmamız beklenemez, önemli olan bunları düzeltmesini bilmek ve yineleyerek işi hata olmaktan çıkarıp suça dönüştürmemek.


Bazen yaptıklarımızın başkalarının seçimleri ve kararları kadar “acı verici”, “zararlı”, “bencil” ve “affedilmez” olduğunu görmek lazım.


Hiçkimsenin mutsuzluğu karşısında kayıtsız kalmamaya çalıştım. Çünkü, kendi mutsuzluklarına katlanarak yaşam süren insanların, hem kendilerine hem de başkalarına çok daha fazla zarar verdiklerini düşündüğüm için dostluk elimi uzatmaya çalıştım.


Ve acıları azaltmanın yolunun, onlara bakış açımızı değiştirmekten geçtiğini anlatmaya çalıştım önce kendime, sonra da başkalarına. Acı bana göre, yanlış düşüncelerimizin sonucudur ve hiçbir şey tek başına acı değildir.


Ve bir şey daha... Nasıl mutluluk paylaşıldıkça çoğalıyorsa acılar da paylaşarak azalıyor. Bunu dostlarınızla yapmaktan geri kalmayın...


Gitme nedenim aşk hiç değildi…


Aşkın benim için tanımı, kavuşulamayana duyulan tutkulu sevgidir. Dolayısıyla benim aşkım, Yunus Emre’nin “Bir ben var, benden içeri” dediği “ben”dir. O’na da zaten hepimiz bu bedenimizden kurtulduğumuzda mutlaka kavuşmuş olacağız.


Kuşkusuz Tanrının en büyük armağanı, bize verdiği koşulsuz sevgidir.


Bu mutlu bayram gününde, şöyle bir anlığına gözlerinizi kapatıp sevdiklerinizi düşünün. Birine gösterdiğiniz sevgi asla bir diğerine gösterdiğiniz sevgiye benzemiyor. Çünkü her kişiye gösterdiğimiz sevgi tıpkı kar taneleri gibi özgündür. Asla iki ayrı kişiye aynı şekilde sevgi gösteremeyiz, ne sevgililerimize, ne anne-babamıza, ne de çocuklarımıza...


Bizi biz yapan ruh, beden, zihin üçlemesinindeki ruhun açlığını çektiği şey, koşulsuz sevgi duygusudur. Bu nedenle de yüzünü hiç görmediğimiz, hatta avatarında fotoğrafı bile olmayan sohbet arkadaşlarımızı seviyor ve özlüyoruz. Ruhun sevmesi için illa da görmesi gerekmiyor.


Hangi birimiz güzel bir iletişim kurduğumuz ekranın arkasındaki insan için heyecanlanmadık, söyledikleriyle mutlu olup, küçük bir simgesiyle üzülmedik?
Bir an önce ekranın karşısına geçiş soluksuz sohbete dalsam dediğiniz olmadı mı? Yüreğinizdeki kocaman boşluğu karşınızdakiyle doldurma çabası içine girmediniz mi?
O yokken sanki her şeyin onunla birlikte yok olmaya aday olduğunu düşündüğünüz olmadı mı?
Sevgisiz bir şey olmaz, ama alışkanlıkla karıştırmamak gerekir.


“Alışmak sevmekten daha zor geliyor” diyor şarkılar...


Alıştığımızı aşkımız sanırsak, alışkanlıklarımızdan gerekirse bir çırpıda vazgeçeceğimizi anladığımız anda geride ne aşk kalır ne sevda...


Yüzer gezer sularda gezinen duygularımızdan emin olmadan, kendimizi bağlayacı sözler ağzımızdan ya da klavyememizden çıkmamalı.


Gitme nedenim…


Aslında Veda yazımın sol bölümünde
“Azalan feedler, kısa yorumlar, az görüşmeler...
Sonrasında belki de tümüyle VEDA...” demiştim.


FF’te geçirdiğim süreyi azaltarak, oradan kazanacağım zamanı daha çok babamın vefatıyla yarım bıraktığım bir kitap çalışmasına ayırmak istemiştim.


Ancak görünen o ki, sakız çiğnerken yürümeyi de başarmalıyım...


Sizleri seviyor,
Aileniz ve sevdiklerinizle birlikte her gününüzün bayram tadında geçmesini diliyorum...



Turan ÖZKAN
Ankara, 9 Eylül 2010 – 14.15

1 yorum:

mavi dedi ki...

"İnsanları yargılamaktan da özellikle kaçındım. Karşımdakinin “yanlışı” olarak gördüğüm şeyin geçmişte ya da gelecekte benim “doğru”m olabilme olasılığı da çok yüksek. " bu sözü çok sevdim... Ayrıca ff'te geçirilecek zamanı azaltmak için aldığınız kararınızı destekliyorum ve size katılıyorum. Kitabınızı merakla bekliyorum.. İyi günler dileğimle...